Bundan bir kaç sene önce ben ilk defa anlayarak ve hakiki bir şekilde iman ettim. Çok zor, yoğun ve bunaltıcı bir arayış döneminin ardından bulduğum iman gücü beni ve hayata bakış açımı adeta tekrar diriltti.
Ama bu diriliş hiç bir zaman başka insanlarla gülüp eğlenmeyi, başkalarının beraberliğinden hoşlanmayı kapsamadı. Etrafımdaki insanlar her daim rabbimle aramda bir engel, ona yaklaşmaya kullanmak istediğim zamanı neredeyse boşa harcayan sosyal fıtratımın bir gerekçesiydi. Aklen bunun böyle olmadığını çok iyi bilsem bile hissiyatım böyleydi. Yalnız kalmak isterdim. Ilahi sohbet , onunla aramdaki mahremiyet bozulmasın , kimse rahatsız etmesin isterdim.
Ve onun himayesine vardığımda daima ağlardım. Namazlarım her daim hıçkırıklı, dualarım gözyaşlarıyla yoğrulmuştu.
Sarajevo sokaklarindan bir kare |
Öbür dünyayı bu dünyaya tercih etmeyi başardığım an kendi ibadetlerimin nekadar yetersiz olduğun anlayarak ağlardım. Zahidleri beğenir , zühdü ariflik vasfı sayar, en çok onlara imrenirdim. Onlar ise her daim süküt etmeyi, az yiyip az gülmeyi tavsiy ettiler. Ve hakikaten bu huyları nezaman edindiysem beni Ona daima yakınlaştırdı.
Ama sadakat emsali Ebu Berkirden bir rivayet okudumki beni çözemediğim bir problemin eşiğine sürükledi. Yanlış anlaşılmasın , akli bir problem değil daha çok kalben tam kavrayamamamdan kaynaklanan bir sorun.
Peygamber efendimiz insanlara daima tebessüm eder, onlara gülümsermiş.
Nasıl ? diye kalıverdim.
Ki o, insanlardan ilahi makama en yakın olan.Takvada en üstün olan, En çok tövbe eden .
Anlayamamıştım. Yoksa benim bildiğim gibi değilmiydi ?
Ve şimdi size soruyorum :
Hüzün takvaya dahilmi ?